20 Mart 2014 Perşembe

GEORGE ORWELL; "1984"





       Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanında Büyük Birader… Her şey üzerinde kesin hakimiyeti ve iradesi bulunan, diktatörlüğün belki de ortaya çıkmış en akıllıca şekli. Kullandığı yöntemlerle, çok katı bir otoriter düzen kuran, tek liderdir. Kurduğu parti aracılığı ile insanları istediği şekle sokarak yönetmeyi amaçlamış katı bir düzen kurmuştur. Tarih bunun gibi nice krallar, sultanlar ya da padişahlar ile doludur, kurdukları devlet düzeni içinde yaşayan insanların, sorun çıkarmadan yaşamaları için bu yöneticiler, kendi çıkarlarına yönelik bir takım kurallar koymuşlardır. Koyulan bu kurallar ya da yasalar kimi zaman dine, kimi zaman mantığa ve bilime göre hazırlanmış, kimi zamanda tamamen toplumun ihtiyacını karşılayacak şekillerde tasarlanmıştır. Her ne açıdan bakarsanız bakın, bu kurallar katıdır ve uyulması gerekir, temelinde ne olursa olsun, hepsi de tek bir iradenin ya da bu iradeye bağlı bireylerin düşüncesi ile oluşmuş ve tamamen toplumu istenilen şekle sokmak amacıyla oluşturulmuşlardır.


       Bu amaçlara bakıldığında en göze çarpanı elbette ki toplumu “kayıtsız, şartsız boyun eğmesi” amacına göre düzenlemektir. Buradan şu sonuçta çıkarılabilir: günümüz yasaları da bunu istemektedir, ancak bu gün bu anlayış şekil değiştirmiş ve yerini; bilgili fakat yine de boyun eğmeye devam eden bir zihniyet yaratma amacına bırakmıştır. Ancak bu konuya tümüyle bu açıdan bakmak yanlıştır, ama “yönetmek” denilen olgunun temelinde yatan nihai gerçek budur: yani, insanlara belirli kalıplar verilerek, istenilen şekillere sokmak, başka bir deyişle boyun eğdirmenin yollarını bulmaktır. Bir taraf kuralları koyar, diğer taraf ise bu kurallara uyar, yönetimler değişse de anlayış değişmez. Kitapta en göze çarpan ifadelerden biri de bu konuya değinmektedir. Büyük Birader’in, doğumu belli olamasa da, ölümü asla gerçekleşmeyecektir. Devamlılığını ve gücünü “yönetenler değişse de, yönetim anlayışı değişmeyecektir.” Prensibinden almaktadır. Bu açıdan baktığımızda, bu tarz sistemleri ya da bireyleri yok etmek imkansızdır. Tarih içinde yönetici takıma karşı çıkanlar da olmuştur.

        Ancak, bu yönetimlere başkaldırmalar, zaman zaman başarılı olabilmişlerdir, tamamı ile değişik bir yönetim anlayışı tümden etkili olamamıştır, çünkü yönetimdekileri devirenler kısa bir süre sonra, gücü ya da iktidarı zamanla yanlış kullanmaya başlamıştır. Alman Nazileri veya Rusya Komünistleri gibi yönetimler ya da insanlar, kitaptaki şekliyle açıklandığı gibi, insanların yaşayabileceği bir cennet yaratmak amacı ile uğraşmışlardır, ancak Büyük Birader anlayışı için önemli olan insanlar değil tamamen iktidardır. Yönetimi altında yaşayanları, kendisi gibi düşünmeye zorlamak ya da bu yönetim anlayışına ayak uydurmaları için uğraşmak yerine bu insanlara düşünme hakkı bile tanınmaz, böylece insanların hiçbir şey için kafa yormaları gerekmemekte çünkü Parti, insanlar için her şeyi düşünmektedir. Parti, günlük yaşam, iş kuralları, yargı sistemi, medyanın yapısı ve en ilginci eşler arasındaki cinselliğe bile karışmaktadır.

        Her alanda olduğu gibi Parti, her şeyin üstünde etkili olarak yönetimini pekiştirmektedir. Kurulan bakanlıklar tamamı ile içerdikleri anlamın tam tersi bir amaca hizmet etmektedir. Örneğin, Sevgi Bakanlığı işkence ve zulümlerle, Bolluk Bakanlığı insanları daha çok nasıl sefalete düşürebilir; bunların tespitiyle, Barış Bakanlığı ise savaşlarla ilgilenmektedir. Buna çiftdüşün adı verilmektedir. Çiftdüşün, bir kavram ile ilgili olarak bir şeyin hem yanlış hem doğru olması olabileceği gibi, kavramın sizin içi yararlı bir şeyi ifade etmesi yararlı; sizin için her hangi bir yararı yok ise zararlıdır, olarak tanımlayabiliriz. Çiftdüşün yöntemi sayesinde Parti, her alanda istediği gibi oyunlar oynamaktadır. Kavramları işine geldiği gibi yorumlamakta ve işine geldiği gibi açıklamaktadır. Bu günün yönetim anlayışına baktığımızda benzerlikleri fark etmemek işten bile değildir.

       Söz konusu olan günümüz hükümetindekiler, aynı Büyük Birader yönetim anlayışında olduğu gibi muhalefeti ve halkı umursamadan kararlar almakta, kanunları istediği gibi yorumlamaktadır. İşine gelmeyeni, işine geldiği gibi, işine gelecek şekilde düzenle! İşte bu anlayış temelde bulunan çarpıklıkları anlatmaya yeter. Büyük Birader’in insanların cinselliklerine bile karıştığını kitap açıkça belirtmektedir, böyle yapılmasındaki amaç: parti yönetimini benimseyecek olan yeni nesillerin doğmasını sağlamak ve bunu yaparken de zevk duymamaktır. Bu günkü yönetim insanlara üç çocuk yapılmasını telkinde bulunarak, insanların çocuk yapmalarına bile karışmak istemiştir, amaçları farklı olsa bile sonuç olarak her alanda etkin olmak günümüz hükümetince önemli bir meziyet olarak görülmektedir.
Eğitim sistemi ile ilgili söylenecek çok şey olmasına rağmen bu konuyu özlü bir şekilde anlatmak faydalı olacaktır. Kitapta bahsi geçen etkin bir eğitim sistemi benimsenmemiştir. Zaten eğitim sistemi, kitapta söz konusu olan yönetimi, destekleyecek tarzda olacaktır.

        Eğitim proleterler açısından yeniden düzenlenmiştir ve amacı tamamen Büyük Birader hakkında kötü düşünen birinin, anında Düşünce Polisi’ne ihbar edilmesine dayalıdır. Bu amaç doğrultusunda ajanlar okulu kurulmuş ve halk devletin bir ferdi olarak aynı zamanda onun koruyucusu olmaktadır. Devlet bunu şöyle sağlar: ajan okulunda yetiştirilen bireyler, şüphelendikleri kişileri Düşünce Polisi’ne ihbar ederek yakalatırlar böylece devlet, kendine karşı koymak isteyenleri zahmetsizce saptamayı başarır. Bu gün yaşananlara baktığımızda, eğitim sisteminin durumu çok da iç açıcı durmamaktadır. Bizim için eğitimde ki aksaklılar ya da hatalar iktidar için eğitimin ta kendisidir, çünkü mükemmel bir eğitim sistemi demek; bilen ve sorgulayan insan demektir, bu da devletin işine gelmez. Devlet için en ideal insan, en az soru soran ve en az merak eden insandır. Eğitimden atılması gereken çarpıklıklar, iktidar için bu günün eğitiminin vazgeçilmez unsurlarıdır, çünkü eğitimi bu şekli ile soru soran, araştıran bireyler yetiştirmek amacı için kullanmak yerine, kendi sözlerini dinleyecek insanlar yetiştirmek için kullanmak onlar için daha mantıklıdır.

       Kitapta değinilen bir başka önemli nokta da şudur: Parti yenikonuş adını verdiği bir dil yaratmak için çalışmalar yapmaktadır. Çünkü bir insanı istediğiniz gibi düşündürmek istiyorsanız, ona istediğiniz dili öğretin, böylece bu kişinin düşünce dünyasına egemen olabilirsiniz. Yapılan araştırmalarda insanların; anadili ile düşündükleri ortaya çıkmıştır, bu da şunu gösterir insanların düşünmesi için anadillerinin olması gerekir, ancak siz bu anadilin üzerinde bir hakimiyet kurarsanız ya da yeni bir dil yaratırsanız bu şekliyle düşüncelere hakim olursunuz. İşte bu nedenle Büyük Birader sistemi, dilde olabildiğince sadeleşme yoluna gitmiştir, böylece insanlara düşünseler bile onların seçtikleri sözcüklerle düşünmeleri sağlanmıştır. Parti, aynı zamanda sevmek ve cinselliği de engelleme yoluna gitmiştir. Peki, böyle bir şeyi engellemekle amaçları ne olabilir? Parti, sevgi ve cinsellik gibi kavramları engelleyerek sadece Büyük Birader sevgi ve anlayışını ön plana çıkarmayı amaçlamıştır. Bir şeyi sevmek demek, onu her yönüyle tümden bir kabullenme demektir. Sevginin engellenmesi ya da sadece Büyük Birader’e yöneltilmesi ile amaçlanan budur. Yani, tümden kabul etmek ve Büyük Biraderi sevmek. Bu sayede Parti ideolojileri insanlara daha kolay kabul ettirilebilir.

ALDOUS HUXLEY; "CESUR YENİ DÜNYA"



       Aldous Huxley in yarattığı Cesur Yeni Dünya, istikrar yılı diye anlatılan F.S. 632 de geçmektedir. Yani Ford dan sonra 632. Burada miladın Ford olarak alınmasının nedeni romandaki dünyanın temelini oluşturan üretim bandının yaratıcısı Henry Ford olmasıdır. Kitapta Ford tanrısallaştırılmıştır. Fordumuz! kelimesi ingilizcedeki Our Lord a gönderme niteliğindedir bu da tanrısallığı pekiştirmiştir. Yazarın kitabında daha çok yaratılan dünyayı ve 2 temel karakter üzerinden bireylerin çatışmaları anlatılmaya çalışıyor bu yüzden yeni dünyanın özelliklerini anlatmaya öncelik vermeliyiz.

      9 Yıl Savaşlarından sonraki büyük Ekonomik Sıkıntı dan sonra kurulan Cesur Yeni Dünya nın sloganı Cemaat, Özdeşlik, İstikrar dır. Yönetenler bu üç ilkenin sürekliliğini sağlamak için bilimsel yöntemlerle, kişisel nihai, gerçekten devrimci devrimi yürütüyorlar. Ve geleceğin en önemli projeleri mutluluk sorunu adını verdikleri konuda, kısacası insnalara köleliklerini sevdirme sorunu konusundadır.

      Kitap Kuluçkalama ve Şartlandırma merkezi müdürünün çocuklara eğitim vermesini anlatarak başlıyor ve kitabın tamamında bu dünya ile ilgili önemli bilgiler ediniyoruz. Toplumsal istikrar için gerekli şartlardan nüfusun sabit tutulması, amaca hizmet etmekten zevk alacak bireyler üretilmesi önemlidir. Üretim bandında bir bireyin üretilmesi için iki yüz altmış yedi gün gerekiyor bu süreç sonunda entellektüel zekaya sahip Alfalar, salt fiziksel güç sağlamak için üretilen en altı sınıf Epsilonlar ve bunların arasında bulunan Beta, Gama, Delta-lar üretiliyor. Bu bireylerin istendiği gibi oluşturulması için üretim bandı üzerinde çeşitli etkilere (ilaç,ısı,basınc vb) maruz bırakılıyorlar. Kişilerin psikolojik şartlandırmaları ise Hipnopedya (uykuda eğitim) ile yapılır. Örneğin 12 yıl boyunca her gece 150 kez kulaklarına Artık herkes mutlu şeklinde seslenilir, ya da sistemin canlı kalması için gerekli olan tüketimi sürekli kılmak için Atıp kurtulmak, onarmaktan iyidir. Yama artarsa refah düşer tarzı şartlandırmalar yapılmaktadır.

      Cesur Yeni Dünya da bireyler yoktur, toplum vardır. Kişilerin yalnız kalmaması gerekmektedir çünkü yalnız kalan ve işi olmayan birey düşünmeye başlar. Bu ise en son istenen şeydir. Kişilerin yalnız kalmalarını engellemek için duygusal film , engelli golf gibi aktivitelere yönlendirilir. Yalnız kaldıklarında ise sıkıntı yaşamamaları için soma adı verilen zararsızlaştırılmış uyuşturuculardan alırlar böylece aldıkları doza göre 8-10-15 saatlik zihinsel tatillere çıkarlar. Uyuştrucu, filmler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek olarak cinsellik, tebaasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur. Bununla beraber anne, baba, aile gibi kavramlar müstehcen kabul edilirken Herkes, herkese aittir anlayışı normal kabul ediliyor. Böylece kişilerin birbirlerine karşı duydukları istekler anında giderilip, bastırıldığı vakit ortaya çıkabilecek yoğun hisler ve duygular ortadan kaldırılmış oluyor. Bunu dünya denetçiler-inden Mustafa Mond şu sözleriyle de destekliyor; Kişilerin duyguları gereksiz ve toplum için tehlikelidir. Bu yüzden onları duygu yükünden arındırdık. 

      Gençlik de önemli bir unsurdur. Modern insanların yaşlanması gibi bir durum söz konusu değildi. Bunu yapay salgılar ve zaman zaman oldukları aşılar ile sağlıyorlardı. 60 larına kadar çok zinde yaşayan bireyler birden ölüyorlardı. Bunun sebebi, yaşlanıp fiziksel güçten düşen bireyin toplumdaki üretim ve tüketim için bir faydası olmamasıydı. Bir diğer sebebini denetçinin Kendimize ait olduğumuzu düşünmek mutluluk sebebi olabilir mi Genç insanlar bunu düşünür çünkü kimseye bağımlı olmamayı, dua etmekten muaf olmayı kendi tarzları olduğunu kabul ederler(...). Oysa yaşlanan insan içinde o zayıflığı hisseder ve kişilerde korku başgösterir. Yaşları ilerledikçe insanların dine yönelmesinin bir nedeni de ölüm ve ölümden sonraki şeylerin korkusudur. sözüyle de görebiliyoruz. Bu yüzden kişiler çocukluklarından itibaren haftada 3 gün ölecek hastalar hastanesi ne görütülür ve bireylerin gözünde ölümü diğer gelişim süreçleri gibi sıradan bir süreç olarak görmeleri sağlanır. Ölümden sonra ise toplumsal fayda sağlamak için kurulan tesislerde yakılan insanların potasyumları kullanılmak üzere tutulur.

       Yazarın bunları anlatırken kullandığı en önde karakterler yeni dünyada bir şeylerin yanlış olduğunu hisseden ancak kendi içersinde çelişkiler yaşayan etrafı tarafından tuhaf karşılanan ve kendini yalnız kabul eden Bernard Marx, sisteme sıkı sıkıya bağlı ve hayran Kuluçkalama ve Şartlandırma Merkezi müdürü, Bernard ile benzer kaygılar taşıyan ancak o denli çalkantılı duygulardan uzak olan karakterli Helmholtz Watson, Bernard ın hayranlığını kazanan popüler kızlardan Lenina, batı Avrupa denetçisi Mustafa Mond, Bernard ile Lenina nın modern dünyanın dışında olan, kızılderililerin yaşadığı ayrık bölgene gitmesi sonrasında romana dahil olan Vahşi(John) ve annesi Linda dır. Gençliğini modern dünyada yaşamış Linda ve Vahşinin yeni dünyaya gitmesi, modern dünyayı tanıma sürecinde bu dünyaya artan öfkesi, Lenina ve Bernard ile yaşadığı çalkantılı ilişki anlatılıyor.

THOMAS MORE; "UTOPİA" (ÜTOPYA)





       More”un Ütopya ülkesinden biraz bahsetmek gerekirse bu ülkede öncelikle her insan üreticidir. Üretime katılmayan eşek arıları, hazır yiyiciler yoktur. Bu adada planlı bir şekilde kâr etmek için değil, ihtiyaca göre üretim yapılır. Çünkü More’a göre insanların mutluluğu için iyi yönetilme değil de eşitlik içinde özel mülkiyetin kaldırılması gereklidir. Onun ülkesinde hiç kimse özel mülk kavramını bilmez. Böylelikle kıskançlık, fesatlık ve açgözlülüğün neden olduğu bir çok beladan uzak durmuş olunur.

      Ütopya adasında, hepsi aynı plana sahip 54 kent vardır. Bütün cadde genişlikleri aynıdır. Herkesin evi aynı stildedir. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı var ve kilit yoktur. Sahiplik duygusu olmasın diye 10 yılda bir evler değiştirilir.

      Köylerde her biri 40 kişiyi barındıran çiftlikler bulunur çiftlikler çalışanlar tarafından yönetilir. Bireyler aileleri, aileler “philarch” denen yönetim birimlerini oluşturur. Philarch önderleri daha üst bir kademede temsil olunur. Philarch aynı zamanda bir iş birimidir. Tarlalarda kolektif çalışılır. Sabah 3 öğleden sonra 3 olmak üzere günde 6 saat çalışılır. Yani çalışma süreleri sadece 6 saattir. Bu durumu More, seçkinlerin ve zenginlerin olmadığı herkesin üretime katıldığı Ütopya gibi bir ülkede 6 saat çalışma yeter diye açıklar. Kautsky Utopia incelemesinde aynı iş saati önerisinin Marx’ın Kapital’inde yer aldığından bahseder.

       Herşeyin böylesine düzenli olduğu bir adada kıyafetlerde tabii ki düzenlidir. Hemen hemen herkes aynı şekilde gösterişsiz bir renkte giysiler giyinir. Çünkü Ütopya’da insanlar dış görünüşlerine göre değil kişilik yapılarına göre nitelendirilir. Ütopya halkı arasında eşitlik vardır. Kolektif yaşam sadece tarlalarda değil, ihtiyaçların giderilmesinde de söz konusudur. Çocuklar ortak bakım hanelerde büyür, yemekler ortak yemekhanelerde yenir. Her üretici üretiminin fazlasını belli zamanlar zarfında ortak bir alana getirir. Ve bu alanda eşit şekilde ihtiyaca göre yurttaşlara pay edilir. Para Ütopya’da gereksiz bir kavramdır. Altın gibi göz alıcı madenler ise Ütopyalılara küçük yaşlarında oynasın diye verilen büyüklerin taşıması, takması halk içinde hoş karşılanmayan yararsız maddelerdir. Devlete ve yönetime dair tüm sorunlar halk kurultaylarında görüşülür. Kurultay ve büyük halk toplantıları dışında memleket meselelerini konuşmak yasaktır. Yönetsel olarak cumhuriyetten bahsedildiği söylenebilir. Sınıf yoktur.


19 Mart 2014 Çarşamba

FARABİ; "EL MEDİNET-ÜL FAZILA" (ERDEMLİ TOPLUM)




      İnsanlar hayatlarını devam ettirebilmek için ve en üstün yetkinliklere ulaşmak için tamamını yalnız temin etmesi mümkün olmayan birçok şeye muhtaç olarak yaratılmıştır . Bu sebeple insan başkalarının yardımına ihtiyaç duyar , kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz . Dolayısıyla insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için topluluklar oluşturur ve bu topluluklar daha büyük ihtiyaçlar için bir araya gelir ve daha büyük toplulukları oluşturur . 

       Erdemli şehir , organları tam ve sağlıklı olan , bütün organları canlı varlığın hayatını sağlayıp korumak için birbirleriyle yardımlaşan bir be­dene benzemektedir . Nitekim bedenin organları farklı yaratılışta olduğu gibi sahip oldukları güçler açısından da organlar arasında bir derece­lenme söz konusudur . Bedende tek idareci organ olan Kalp ile kalbe yakın konumdaki organlar bulunmaktadır . Bu organlardan her birinin , idareci organın amacına uygun olarak kendi işlevlerini gerçekleştirmele­rini sağlayan tabiî güçleri vardır . Bu organlar dışında ise , idareci organ ile alalarında herhangi bir aracı olmayan organların amaçlarına uygun olarak işlevlerini gerçekleştirdikleri güçleri vardır , ki bu organlar mertebe bakımından ikinci sıradadır . Diğer bazı organlar ise bu ikinci mertebedeki organların amaçlarına göre Hareket et­mektedirler . Bu durum , organa hizmet eden , ancak idare edeceği hiçbir organ bulunma­yan organlara kadar böyle devam eder . 

      Şehir de aynı beden gibi farklı yaratılışta ve yapıları bakımın­dan aralarında bir derecelenmenin söz konusu olduğu bölümlere sahiptir . Şehirde bir insan idareci konumundadır ve bu idareciye yakın durumda başka insanlar bulunmaktadır , idareciye yakın konum­daki bu insanların her birinin , idarecinin amacına uygun olarak hareket etmelerini sağlayan bir yapısı ve yeteneği vardır . Bunlar ilk mertebedeki insanlardır . Bunların altında ise , bu bilinci mertebedeki insanların amaçlarına göre hareket eden ikinci mertebedeki insanlar; bunların aLtında da ikinci mertebedekilerin amaçlarına göre hareket eden başka in­sanlar bulunmaktadır . 

      Devletin bütün unsurları , başkalarının amaçlarına göre hareket eden , başkalarına hizmet edip , kendilerine hiz­met eden hiç kimse bulunmayan insanlara kadar bu şekilde sıralanır . Bunlar en aşağı mertebedeki insanlardır; ancak bedenin organları gibi bu organlara ait güçleri sağlayan yapılar da tabiİdir . Halbuki şehrin unsurları tabİİ olsa da , bunların şehir için iş­levlerini gerçekleştirmelerini sağlayan yapı ve kabiliyetleri tabiî değil , ira­dîdir Buna göre şehrin unsurları tabiî olarak , insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde şunu değil de bunu yapmalarını uygun kılacak farklı özellik­lerde yaratılmışlardır . Ancak insanlar sadece sahip oldukları bu yaratılış­tan gelen özellikler dolayısıyla değil , sanatlar ve benzeri beceriler gibi ira­dî kabiliyetlerle elde edilebilen şeyler sayesinde de şehrin bir unsuru du­rumundadırlar . Bedendeki organların sahip oldukları tabiî güçlerin şeh­rin unsurlarındaki karşılığı , iradi kabiliyet ve yapılardır . 

       Erdemli şehrin yöneticisinin sıradan bir insan olması mümkün değil­dir; çünkü yöneticilik şu iki şeyden birisiyle gerçekleşir: 
  •  Kişinin yara­tılışı ve yapısı bakımından yöneticiliğe hazırlanmış olması;
  •  İradî yapı ve kabiliyet , ki bu da tabiat olarak yöneticiliğe yatkın olarak yaratılmış bir kimse için söz konusudur . 
      İdareci organı yönetecek başka bir organın bulunması nasıl mümkün değilse , ilk yöneticinin ait olduğu cinste , onu yönetecek başka birisinin bulunması da o derecede imkânsızdır . Aslında bu , genel olarak bütün yö­neticiler için geçerlidir . Erdemli şehrin ilk yöneticisinin sanatının , asla başka sanatlara hizmet etmeyen ve başka sanatlar tarafından yönetilme­yen bir Sanat olması gerekmektedir . Aksine ilk yöneticinin sanatı , tüm sa­natların onun amacım gerçekleştirmek için hareket ettiği ve erdemli şehrin bütün fiillerinin kendisine yöneldiği bir sanat olmalıdır . Bu durumda söz konusu insan , başka bir insanın yönetimi altına asla giremez . İnsanı insan yapan ilk mertebe , insanın bilfiil akıl haline gelmesini sağlayacak tabii yapının oluşmasıdır . Bu bütün insanlarda or­taktır . Bununla faal akıl arasında şu iki aşama bulunmaktadır: Edilgin aklın bilfiil akıl , kazanılmış akıl haline gelmesi . İlk aşama­sına ait bu noktaya ulaşan insan ile faal akıl arasında da iki aşama bulun­maktadır . Yetkin edilgin akıl ve tabiî yapı , Madde ve suretin bir araya gelmesiyle oluşan şeyin tek bir şey olması gibi bir şey halinde kabul edilecek olursa ve bu insan , bilfiil hale gelmiş edilgin akılla olan insanlık sureti olarak değerlendirilirse onunla faal akıl arasında sa­dece bir aşama kalır . Tabiî yapı , bilfiil akla dönüşmüş edilgin aklın , edil­gin akıl kazanılmış aklın , müstefâd ( kazanılmış ) akıl da faal aklın maddesi olarak ele alınıp hepsi birden tek bir şeymiş gibi değerlendirildiğinde bu insan , faal aklın kendisiyle özdeşleştiği insan olur . Bu durum , öncelikle akıl gücünün her iki kısmında yani te­orik ve pratik kısımlarında , ardından da muhayyile gücünde gerçekleşti­ği takdirde bu insan , artık kendisine vahyolunan bir insandır . Sânı yüce Allah ona faal akıl vasıtasıyla vahyeder . Yüce Allah”ın faal akla feyz ettiği şeyleri , faal akıl o insanın müstefâd aklı aracılığıyla önce edilgin aklına sonra da muhayyile gücüne feyzeder . Faal aklın edilgin aklıma feyzettiği şeyler sayesinde o insan tam manasıyla bir bilge , filozof ve akıl sahibi; faal akim muhayyile gücüne feyzettiği şeyler saye­sinde ise ilâhî âlemi akleden varlığıyla , gelecekte olacakları bildiren/uya­ran bir nebi , tikel varlıkların o andaki durumları hakkında bilgi veren bir haberci haline gelir . İşte bu insan , insanlığın en üstün mertebesinde ve mutluluğun en yüksek derecesindedir . Onun nefsi , yuka-rıda belirt­tiğimiz gibi , faal akılla tam anlamıyla birleşmiştir . Bu insan , mutluluğa götürmesi mümkün olan her fiilden haberdardır . İşte bu , yöneticiliğin ilk şartıdır . Ayrıca bu yöneticinin tüm bildiklerini , karşısındakinin hayal gü­cünde en iyi şekilde canlandırabileceği bir dil ye-teneğine; bunun yanın­da insanları mutluluğa ve mutluluğa ulaştıracak fiillere en iyi şekilde yönlendirme yeteneğine sahip olması gerekmektedir . Bütün bun­lara ilaveten bu yönetici , dünya işleriyle ilgilenmesi­ni sağlayacak sağlıklı bir bedene de sahip olmalıdır . Bu kişi , başka birisinin kendisini yönetmesi söz konusu bile olmayan yöneticidir . O , erdemli şeh­rin önderi ve ilk yöneticisidir . O , erdemli mille­tin ve yeryüzündeki tüm Bayındır coğrafyanın yöneticisidir . Bu düzeye doğal olarak , ancak kendisinde doğuştan getirdiği on iki özellik bulu­nan kimse ulaşabilir ; kısaca bu on iki özelliğe değinelim . Organlarının tam olması gerekmektedir . Kendisine söylenen her şeyi tabii olarak iyice anlayıp kavrayabilmelidir . Anladığı , gördüğü , duyduğu ve idrâk ettiği şeyi hafızasında iyice tutmalıdır . Çok uyanık ve zeki olmalıdır . En ufak bir işaret gördüğünde bile , bu işaretin ne anlama geldiğinin derhal farkına varmalıdır . zihninden geçenleri tüm açıklığıyla ortaya koyabilecek derecede güzel konuşmalıdır . Öğrenmeyi ve öğretmeyi sevmeli , buna kendini verip kolayca kabul etmelidir . Yeme , içme ve cinsî ilişkiye düşkün olmamalı . Doğruluğu ve doğrulan sevmeli , yalandan ve yalancılardan nefret etmelidir . Izzet-i Nefis ( nefsine hakim ) sahibi ve cömertliği seven birisi olmalıdır . Dünyevî şeyleri basit görmelidir . Tabiatı gereği adaleti ve âdil kimseleri sevmeli , haksızlıktan , zu­lümden ve bunları işleyenlerden nefret etmelidir . Yapılması gerektiğini düşündüğü şey konusunda azimli ve kararlı davranmalı , korkmadan ve gevşeklik göstermeden cesur bir şekilde onu gerçekleştirmelidir . Bütün bu özelliklerin tek bir insanda bulunması zordur . Dolayısıyla insanlar arasında doğuştan bu özelliklere sahip sadece bir insan buluna­bilir . Eğer erdemli şehirde böyle bir kimse bulunur ve büyüdükten sonra yukarıda belirtilen şartlardan ilk altısı veya muhayyile gücü açısından bir denginin olması durumunda bu şartlardan ilk beşi kendisinde ger­çekleşirse , yönetici o kişi olur . 

       Erdemli şehrin zıtları şunlardır: Cehalet şehri , fâsık ( Allah’ın emrinden çıkan kimseler ) şehir , değişikliğe uğramış şehir ve sapkın şehir . Bu şehirlerde­ki insanların karşılaştıkları olumsuzluklar erdemli şehirde bulunma­maktadır .


PLATON; "İDEAL DEVLET"

    

      Platon (M.Ö. 427-347), ideal devleti "Politeia (Devlet)" adlı eserinde ayrıntılı olarak açıklamıştır. Ona göre devlet, bireyler tarafından kurulmuş yapma bir kurum değildir; tıpkı canlı bir varlık, büyütülmüş bir insan gibi yet­kin bir organizmadır. Nasıl, bir elin bir bedene bağlı olmadan yaşayabileceği düşünülemezse bireyin de toplum dışında var olabileceği söylenemez.

Platon'a göre insanda üç yeti vardır:
  • itaat eden duygu, 
  • eylemde bulunan cesaret, 
  • buyuran akıl. 

Devlette de üç sınıf vardır:
  • toplumu besleyecek olan köylü... görevi üretmek ve bekçilerin buyruklarına uymak
  • işçi ve zanaatçılar sınıfı,
  • toplumsal düzeni koruyacak olan bekçi­ler (savaşçılar) sınıfı,
  • amacı buyurmak olan yargıçlar (yöneticiler) sınıfı. 
Köylü, işçi, zanaatçılar 

      Birinci sınıfın görevi, devlet için üretmek ve bekçilerin buyruklarına uymaktır. Bunlar için erdem, çalışmak ve itaattir. Bekçilerle yöneticilerin görevleri ise çok önemlidir. Bu nedenle bu iki sınıfta yer alanlar çok iyi seçilmeli ve eğitilmelidir. Bu da devletin ana meselesi olan eğitinim işidir. 

Bekçiler

     Devleti korumakla görevli olan bekçiler, köpekler gibi düşmanı bulmak için zeki, bulunca ta­kip etmek için hızlı, yakalayınca savaşmak için güçlü, en sonra da tepelemek için yürekli olmalıdır. Bu bakımdan bekçilerin cesur olmaları gerekir; ama cesur olmak, kaba ve vahşi olmak demek değildir. Bu nedenle bekçilere "beden eğitimi" yanında "ruh eğitimi" de verilir. Bu da müzik ve edebiyatla sağlanır.

     Ne var ki kimi zaman çoban köpekleri sürüyü koruyacaklarına, kurt kesilirler. Benzer durum bekçiler için de söz konusu olabilir. Bunu önlemek için bekçilerin seçimine büyük özen gösterilir. Bu da evlenmeyidüzenlemek le sağlanır. Köylüler, işçiler, zanaatçılar kendi aralarında istedikleri gibi evlenebildikleri halde, bekçiler ancak devletin izniyle evlenebilirler. Daha açık bir deyişle kimin kimle evleneceğini devlet saptar. Bu birleşmelerin ürünü olan bebekler de doğar doğmaz annelerinden alınırlar ve devlet eliyle eğitilirler. Platon eserinde,"Savaşçılarımızın kadınları ortak olacaktır; hiçbiri ayrıca hiçbiriyle oturmayacaktır. Çocuklar da ortak olacaktır. Baba oğlunu tanımayacağı gibi oğlu da babasını tanımayacaktır" der.

     İdeal devlette bekçilerin aile yaşamından yoksun bırakılmalarının yanında özel mülk edinmelerine de izin verilmez. Platon'a göre devletin olduğu kadar kendilerinin de esenliği için biricik çare budur. Başkaları gibi tarlaları, evleri, paraları olunca bekçiliğe sırt çevirip tüccar ve çiftçi olacaklar, devletin koruyucuları olmaktan çıkıp zorbası ve düşmanı olacaklardır. Platon, bunu eleştirenleri şöyle yanıtlar: "Biz, devleti kurarken bir sınıf yurttaşı mutlu etmeyi değil, bütün devlete olabildiğince mutluluk sağlamayı amaç edinmiştik. Çünkü biz bir azınlığın değil, herkesin mutluluğunu istiyoruz".

Yönetciler

     Yöneticilere gelince, Platon, bu grubun özenle yetiştirilmesini ve bekçilerin gördükleri eğitim ve öğretimin yanında, felsefe öğrenmelerinide gerekli görür. Çünkü ona göre "Filozofların hükümdar oldukları gün ideal devlet gerçekleşmiş olacaktır." Bu devlette, kişisel çıkar düşüncesine kapılmasınlar ve toplumun iyiliğinde başka bir şey düşünmesinler diye yönetenlerin de aile, özel mülk ve servet edinmeleri yasaklanmıştır.
Dikkat edilecek olursa Platon'un ideal devletini tek bir hükümdar değil, sayıları belli bir aristokratlar grubu yönetecektir. Burada her sınıf kendine düşen görevi yerine getirecek ve birbirlerinin işine karışmayacaktır Bu günümüzde her yurttaşın devletin yönetimine katılmasını sağlayan demokrasinin tam tersidir. Platon'un demokrasiyi beğenmeyişinin ve onu iyi hükumetlerin en kötüsü, kötü hükumetlerin en iyisi olarak nitelemesinin bir nedeni de hocası Sokrates'in demokratik bir yönetimin iktidarda olduğu dönemde ölüme mahkum edilmiş olmasıdır.
     
     Platon, yaşlılık döneminin ürünü olan "Nomoi (Yasalar)" adlı eserinde ideal devlet anlayışında iki önemli değişiklik yapmıştır. Bunlardan biri, bekçiler (askerler) ve yöneticilerin aileye, özel mülke ve servete sahip olmalarını yasaklamanın yanlışlığını kabul etmesidir. İkincisi de yöneticilere tanıdığı kayıtsız koşulsuz yetkiden vazgeçmesidir. Yöneticiler Tanrı ya da melek olmadıklarından, onları da yasalarla sınırlamak en uygunu olacaktır.

18 Mart 2014 Salı

DİSTOPYA NEDİR?

     Distopyalarda ütopyaların tersi bir kurgu vardır. “ Ütopya, mutluluk için kurulu düzene uyma gereğini belirtir, bu uyumdan doğacak ortamı yüceltirken, karşı ütopya, uyumlu toplumu gerçekleştirmek adına ezilip yok edilen kişiler ve insancıl değerlerin acısını dile getir ”mek için yazılır. 

     Bu kelime Yunancadaki olumsuzluk bildiren “ dis-” ön ekiyle yer anlamına gelen “topos ” kelimesinin birleşimiyle oluşturulmuştur. “ Kötü yer ” karşılığı olarak kullanılmıştır. Ütopya karşıtı, ütopya kavramının karşısında duran, ters ütopya  anlamlarına gelir. Ütopyanın karşısında duran, ona eleştiri ve tepki olarak ortaya çıkan bu türün Türkçede distopya, anti-ütopya, karşı ütopya, ters ütopya, istenilmeyen ütopya, negatif ütopya, kakotopya şeklinde adlandırılmaları da vardır. 


ATLANTİS, CENNET, ÜTOPYA İLİŞKİSİ

     İlk Çağda ütopya kavramının daha çok Atlantis adasını model alan bir anlam alanına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Platon’un Atlantis adlı anlatısı ütopya fikriyle birlikte gelişen ada kavramının özündeki model durumundadır. Nitekim, Platon’un söz konusu anlatısından sonra çok sayıda ütopya tasarısı açık veya örtülü göndermelerle Atlantis anlatısıyla ilişkilidir. 

     Çeşitli inanç sistemlerinin, dinlerin cennet tasavvuru ile ütopya kavramı belirli ölçüde birleşir. Bu alanda inanç sistemlerinin getirdiği öbür dünyada yaşanacak mutlu hayat anlayışının ütopyaya etki etmiş olabileceği söylenebilir. Çünkü inanç sistemlerinin öngördüğü cennet tasavvurunda ütopyaya kaynaklık yapabilecek çokça unsur mevcuttur. 

     Ütopya olarak değerlendirebileceğimiz eserler inanç sistemin dışında kalan eserlerdir. Bunun sebebini fizik- metafizik alanlarını göz önünde bulundurarak izah edebiliriz. Northrop Frye’ın dediği gibi: “ Cennet Tanrının yarattığı bir bahçedir. İnsan eliyle yapılmamıştır.” Ütopya, Tanrı’nın söylediklerinin dışında, insan sözünün başladığı yerde aranmalıdır. Tanrı’nın vaat ettiği cennet, mükemmel olması sebebiyle bu dünyanın ütopyalarına kusursuz bir model olabilir, ancak öteki dünyaya, yani ahirete ait olması cenneti ütopya olmaktan çıkarır. 

     Ütopya, insan zihninin bir ürünüdür. İnsanın kurguladığı düşlerle daha iyi bir yaşama alanına taşınma fırsatını elde edebilmesi, onu yeni mekânlar, yeni dünyalar arayışına yönlendirmiştir. Mevcut toplum şartlarının insanın ve insan yaşayışının üzerindeki olumsuz etkileri bu arayışın temelindeki öncelikli sebeptir denebilir. Olumsuz etkilerin arasında ekonomik şartların kötüye gitmesi, demokrasi yoksunluğu, adalet sisteminde eksiklik ve hukuk sisteminin gereklerini yerine getirememesi, toplum veya aile baskısı gibi sebepler sayılabilir. Mevcut şartların ve yaşayışın içinde kendisini iyi hissetmeyen insan, bunları düzeltebileceği yeni bir alana taşınmak ister. Yaşadığı hayatta karşısına çıkan imkânsızlıklar onu hayalinde, zihninde tasarladığı ‘ gerçekte var olmayan bir ülke ’ kurmaya yönlendirir. Burada, kurgu işin içine girer, çünkü bundan sonra oluşacak yapı kişinin istekleri doğrultusunda gerçekleşecektir. Ütopya yazarı, mevcut yapıları eleştirmek ve onlara alternatif olarak daha iyi bir yapı getirme isteği doğrultusunda yeni bir yapı gerçekleştirir. Bu kurgu onun kendisi ve toplumu için düşlediği yeni bir toplum modelidir. Bu yeni toplum modeli ütopya olarak belirir.